bazen bazı konular hakkında konu ne kadar boş da olsa konuşmayı seversiniz. işte bu da benim için öyle bir konu; o yüzden çok da derin bir yazı beklemeyin.
11 yıldır plazalarla ve plaza insanlarıyla haşır neşir biri olarak iki konuya temkinli yaklaşıyorum; “plaza insanları” ve “plaza ingilizcesi”
BİR plaza insanları o kadar da kötü değil. insanların dışarıdan gördükleri sadece ağızlarını yaya yaya konuşanlar ve fashion-freak tipler olabilir ama ben baktığımda çok güzel dostluklar ve iş hayatının her noktasında rastlanabilecek dangalaklıkta olaylar görüyorum. eh nereden baktığınıza göre seçim sizin.
İKİ plaza ingilizcesi; hani şu “meeting set etmen gerekiyordu, lütfen report’u yollar mısın, üff yine wrong schedule bla bla bla” ile sürüp giden yarı ingilizce yarı türkçe diyaloglar.
“c’mon dude; I’m surrounded by engliş!” diye haykırası geliyor insanın değil mi?
şimdi burada kısa bir mola verip, seneler öncesine, üniversite yıllarıma dönüyorum.
gencecik bir kız, anadoluhisarı’na gidip geliyor, umutları, hayalleri var… pardon, burası yanlış dönüş oldu.
derslere dönmemiz gerekiyor. şu neredeyse tamamı almanca olan ve işletmeden veritabanı zımbırtılarına kadar bir çok konuyu almanca öğrenmek zorunda kaldığım derslere (scheisse!).
tek cümleyle şunu söyleyebilirim, almanlar üşenmemiş kardeşim; her terimi almanca’ya çevirmiş.
şimdi bugüne dönelim ve türkçe’ye bakalım, ne görüyoruz? karşılığı olmayan onlarca yüzlerce terim.
hele yabancı şirketlerde çalışıyorsanız jargonu aynı tutmak ve yanlış anlaşılmamalara yol açmamak için “issuer – chargeback – schedule – report – sheet – conversion – push” kelimelerini bir cümle içinde kullanabilen ve dışarıdan “üff slk be” denilen insanlara dönüyorsunuz.
eh ben de iş hayatında ingilizce ile işi olmamış ırmaksu’nun plaza ingilizcesine hakimiyetine anlam veremiyorum. belki COOL olduğunu düşündüğündendir ama bana sorarsanız türkçe açısından IT’S JUST SO SAD!
Bir yanıt yazın